Piyanist Şantör







Bu şarkıyı çalardım.

KORG marka orgum olurdu. Maaşımdan artıra arttıra biriktirerek aldığım. Düğümünü hiçbir zaman çözmediğim papyonum olurdu. (Bağlayamam çünkü. Kravat da bağlayamıyorum) Her seferinde ufak bir hamleyle boynuma geçirdiğim.

Sünnet düğünlerinin, kınaların ve pavyonların bazen neşe, bazen hüzün, kaynağı olurdum.

Masa altlarında dönen rakıların, viskilerin hepsi bana da gelirdi. Orgumu çalarken çok önceden sevdiğim kızı hatırlar, "sevmek viskidenmiş güzelim" derdim içimden orgumun tuşlarına biraz daha seri basıp şarkımı söylemeye çalışırken..

Keşke bi orgum olsaydı lan :(

Meanwhile in Turkey




Bu fotoğraf Ulubatlı metro çıkışındaki yokuşta bulunan belediye kesim şeysinin duvarından..

Son 1 aydır her sabah ve akşam metroyu kullandığı için önünden geçmek zorunda kaldığım, beni derin düşüncelere gark eden bu fotoğraf...

Adeta bir karadelik gibi karşısındakini içine çekiyor.. Beni bilinmezliklere sürüklüyor...



Bu fotoğrafı kim çekti?
Bu fotoğrafçının da bu durumlara düşmeden önceki ideali film çekmek miydi?
Bir koyun nasıl böyle bir poz verebilir?
Bir fotoğrafçı nasıl böyle bir poz çekebilir?
Bir matbaa neden bu kadar yüksek çözünürlüklü bir fotoğraf basar?
Bir belediye neden bu kadar yüksek çözünürlüklü bir fotoğraf asar?

Ünlü Türk düşünürü Sertaç Ordar'ın dediği gibi "Kafamda deli sorula..wi dont niid no eçukeyşın.."

Selametle!




Turkish Horror Stories




A Family...

A Story...

    A Monster.. 

         İliklerinize kadar işleyecek bir korku filmi !

Ne dediler?


 Sena Demir
 Tasarımcı
_________

Ayy inanmıyorum yaa. Çok tarzdı! Kıyafetler, dekorlar.. Hele o Gulyabani yok mu? Canımmmm






  Fevzi Özbudak
  Endüstri Meslek Lisesi Öğrencisi
_________


Bi Recep İvedik değil...






       
         Şakir Karabatak
         Emekli
        _________

        Bunun kitabı çıkmış. Onu okuduydum ben. Ah azizim, şimdiki gençlerde      nerede kitap okuma alışkanlığı? Varsa yoksa sinema. Varsa yoksa dizi. Şimdiki gençlik çok bozuldu çok...  O değil de Shameless Ocak 2014 te başlayacakmış amuğa koyyim..

Yalnızız





 Yalnızız zıtlıklar arasında geçen ve bu çatışmalarla varolan bir kitap.

Yazar bu zıtlıkları karşılıklı diyaloglarla okura ulaştırıyor. Ana karakterlerin hepsi belli bir dünya görüşünü, belli bir ideolojiyi savunmakta. Yazarın karakterlere yüklediği şüphecilik, vurdumduymazlık, hayalperestlik gibi özellikler usta bir şekilde işlenmiş.

Kitap eski baskılarda ilk olarak Prolog bölümüyle başlıyor. Daha sonraki yeni baskılarında bu bölüm Peyami Safa'nın isteğiyle çıkartılmış. Bu bölümde Samim karakterinin yaşadığı bir kesite tanık oluyoruz ve Simeranya ile ilk kez burada tanışıyoruz. Simeranya bir ülke ve bir ütopya. Samim karakterinin ütopyası olan bu ülkenin diğer ütopyalardan pek bir farkı yok. Her ne kadar ütopyalar kelime anlamı olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan, ideal bir şekil olsa da bence  imkansız değil. "Simerenya bir ihtimaldi ve çok güzeldi".  Samim ise şöyle tanıtıyor Simeranya'sını :


   
      -Seni sevmek istedim bir an için. Böyle bir his gelip geçti. Geçmedi daha. Fakat geçer. Böyle hayallerim var benim; simeranyam var.
       
      - Kim o? Sevgilin mi?
       
      -Hayır, sevgilim başka. O bir memleket, simerenya, dünyada olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı, kendimi oraya atarım.
        
      -Ne hoşsun. Beni de götür oraya.
      -Simerenya’da yalan yoktur.
      -Kadın yok mu?
 
      -İnsanlar gölgelerdir. Konuşmadan anlaşırlar. Birbirlerinden hiçbir şey saklamazlar. Seni görür görmez bir Simeranya kadınına benzettim. Elbisenin içinde yalnız ruhun var. Yüzün bir örümcek ağı. Gözlerinde sen dolusun. Gurur ve yalan yok. Seni sevmek istiyorum. Bu bir hayal. Simeranya gibi sen de yoksun, yaratıyorum seni ben, kendi arzuma göre, ismini sakın söyleme bana. 
Birbirimizi bir daha görmeyeceğiz."

Prolog bölümünden sonra asıl olay Meral ile başlıyor ve onun güdümündeki yalanlarla devam ediyor. Yine Meral ile sona eriyor.

Kitabın kendisinde olduğu gibi, zıtlıklara yaşayan bir karakter Meral. Peyami Safa, Tanzimatla başlayan yenileşmeyi ve bu yenileşmenin ortaya çıkardığı Batı hayranlığını Meral üzerinde çok güzel bir şekilde yansıtmış.

Henüz 22 yaşında bir genç kız olan Meral iki farklı kişilik içinde. Bir tarafta Paris'e düşkün, oraya gitmeye can atan birisiyken diğer tarafta Samim 'le olan ilişkisini yürütmeye çalışıyor. Her ne kadar denese de Paris aşkı ağır basmakta.  Günümüzle bir eşleştirme yapacak olsak, Meral için; popüler kültüre hayran olan, Zaz dinleyen, herhangi bir siyasi görüşü olmayan, milli takımı tutan, "ya bak bunlar amerika'nın oyunları tamam mı!?" diyen, adeta bir sanatçıymışcasına yaptığı photosoplu fotoğraflarını Tumblr 'a yükleyen bir Tumblr kızı diyebiliriz.

 Roman kendi içerisinde aynı evde yaşayan üç kardeş Samim, Besim, Mefharet ve kızı Selmin ile Meral, ağabeyi Ferhad babaları Nail Bey ve diğer yardımcı karakterler arasında geçiyor.

Her şeyin, karakterlerin, kişilerin ve olayların zıttı ile varolduğu bu romonda Samim ve Besim karakteri ile Selmin ve Meral karakteri ve diğerleri arasında karşıtlıklar mevcut.

Peyami Safa, bu romanda kendini Samim karakteriyle özdeştirmiştir. Düşüncelerini ruhsal sıkıntılar ile temellendirir. Çatışmaların ve olumsuzlukların ruhsal sıkıntılardan kaynaklandığını savunur. Buna yönelik düşüncelerini de Simeranya'da toplar. Şüphecidir ve dikkatlidir.Kitap boyunca olaylara hayran olunacak derecede tespitler yapar ve açıklamalarıyla yön verir. Mesela Meral'de iki farklı kişilik tespit etmesi, (ki bu da romanın özelliğidir. Roman zıtlıklar romanıdır.) Meral'i büyük bir ustalıkla açıklaması vesaire..
Samim Meral'i ve Paris hayranlığını şöyle açıklar:

Paris’e karşı zaafı malûm. Cazibenin konservatuardan ibaret olmadığı da muhakkak. Paris güzel bir dekor, bir masal şehri ve şans merkezi. Paris veya başka bir yer. “İkinci”yi gıdıklayan daha derin arzular var. Onların hepsini cinsiyete toptan bağlamak doğru değil. Zihnime bir vuzuh ziyafeti çekmek için, bazı inceliklerin feda edilmesi pahasına, bu arzuları saymaya çalışayım:

“1. Bütün şanları denemek imkânı veren bir hürriyete kavuşmak arzusu,
“2. Kendi kendisinin tam ölçüsünü bulma arzusu,
“3. Kendi kendisini değiştirme arzusu,
“4. Muhitini değiştirme arzusu,
“5. İnsan temaslarını zenginleştirmek arzusu,
“6. Tecrübelerini zenginleştirmek arzusu (Hâdise olarak),
“7. Kireçlenmiş itayatları kırıp yeninin meçhulüne yönelen ruhta yaratıcı hamlelere serbest zemin hazırlamak arzusu,
“8. En son haddinde iyi giyinip güzelliğinin âzamisini kendi kendinin hayranlığına arzetmek arzusu (narsisizm).
“9. Başkalarının hayranlığını son haddine vardırmak arzusu,
“10. Kendi nefsine karşı bir şahsiyet ve irade zaferi kazanıp aşağılık duygusundan kurtulmak arzusu,
“11. Bu zaferi başkalarına da göstermek arzusu,
“12. Aşka ve benden gelen tesirlere isyan ve mukavemet imkânlarını çoğaltan yeni alâka ve cazibe merkezleri bulmak arzusu,
“13. Bu uzaklaşmanın bende uyandıracağı ıstıraptan heyecan ve acı duymak arzusu,
“14. Aynı zamanda benim ıstırabımdan keyif duymak arzusu(Sadizm),
“15. Benimle mücadelesinde sırf mücadele zevki duymak arzusu,
“16. Kendi nefsiyle mücadelesinde sırf mücadele zevki duymak arzusu.
“Şimdilik hatırıma gelenler, bunlar. İkinci Meral’in birinciye karşı sık sık yaptığı ruh baskınlarında bu arzuların bazıları hâkim. “


Bu şekildeki enfes tespit ve açıklamarla, zıtlık ve çarpışmalarla süregelen Yalnızız, sadece anlattığı olaydan ibaret bir kitap değil. Herkesin kendisi hakkında bir şeyler çıkarabileceği, bir şeyler görebileceği bir kitap. Okuyanı hapseden olay örgüsünden ziyade, yazarın karakterler üzerinden verdikleri ve anlatmak istedikleri...

İşte romanda dikkat çeken parçalar:

  • "En usta ağızlarda bile yalan uzun bir nefesten mahrumdur."

  • "Aşıklara haber vermek isterim. kalbin bütün meseleleri yalnız kalbde halledilir. cunku bır hıssın hakkından ancak baska bir hıs gelir. umitsiz bir askın panzehırı nefrettır. fıkırler ancak bu mukavemet hıslerını yaratan tahrık ve telkın unsurlarıdır."

  • "Tecrübeden sonraki idrak evvelkinden çok daha pahalıdır."


  • "Hayat da böyledir, Mefharet, hayat da böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lâzımdır o anlarda. Menfi, miskin, âciz bir tevekkül değildir bu. Anlıyor musun? İsyanın tekniğidir. Yani sabırdır. Müspet, enerjik, hedefli, iyimser bir sabır..Dikkat et sözüme, Bu dünyada ölümden başka hemen her şeyin bir çaresi vardır. Mesele diye karşımıza çıkan zorlukların çoğunu kendi ruhumuzun içinde halledebiliriz. Ben sana dün Aydın için ne dedim? Bak. Mükâfatını ne çabuk gördün. Şimdi aynı şeyi söylüyorum. Kabul et ki aç adam Selmin macerası doğrudur. Onu ruhunun hazmetmesi senin elinde. His bulantıların derhal geçer. Düşün ki yalnız da değilsin. Biz senin yanındayız ve derece farkıyle aynı his anlarını yaşıyoruz. İsyanın en faydasız olduğu bir vaka önündeyiz. Hiç bir haykırış Selmin'in talihini değiştiremez. Olan olmuştur. Fakat ben sana bir şey daha söyleyeyim:. Hâdisenin mutlaka bir başka ve bir meçhul tarafı daha vardır ki, Selmin'in göründüğü kadar iğrenç olmadığını sana günün birinde kabulettirecektir. Bunu görmek içinde sabır lâzım."


  • "Meral senin Meral'in değil. Onun sahicisi senin hayalinin yanında sahte görünüyor sana. Yalancı senin hayalindir. En büyük yalanı sen kendi kendine söylüyorsun. Kendi hayaline kendini kandırmaya çalışıyorsun. Böyle bir Meral yok. Asıl Meral'in küçük realitesi seni bir saniye düşündürmeğe bile değmez. Sen onu bırak da benimle hesaplaş. Kendi ölçünü bu kadar nasıl şaşırabiliyorsun? Bana tanıdıkların ve tanıyabileceklerinin arasında en liyakatlisinin Meral olduğunu söyleyebilir misin?"



  • "İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşamalı, yahut da, inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakârlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan mürailiktir.(İkiyüzlülük)"



  • "— Vallahi ağabey, sana açık söyleyeyim, bak. Yakıştırmıyorum. Saçma bir şey bu. Plâtonik aşk bana, aç bir adamın önündeki piliç kızartmasına şiir söyleyip açlıkta ısrar etmesine benziyor. Al yahu kendi payını tabağına ve afiyetle ye. Başkaları da yerler. Sen ne yemek, ne de yedirmek istiyorsun. Soğuyor be piliç Kadını başka türlü anlamıyorum. Ne konuşulur bu mahlûklarla, prens hazretleri? Bir şey öğrenmek ve başkalarına satmak için ağzının içine bakarlar, başkalarından öğrendiklerini de sana satarlar. Bütün dünya tarihinde orijinal bir fikir söylemiş tek kadın tanıyor musun? Alman romantizmi olmasaydı, Mademe de Stael olmazdı. Misalleri sen daha iyi bilirsin. Anima ve Animus hikâyesi."



  • "İnsanın içi rahat olmazsa hayatın zevki yoktur. Üç beş dakikalık geçici keyif, günlerce fitil fitil burnundan gelir insanın. Bunları vasiyetim gibi dinle.Vasiyet, nasihat değil. Üç beş kuruşumuz var. Ben ölürsem hepsi kül olur gider. Erkeklere filân güvenme. Güzelce bir kızsın sen. Sonun fena olur. Gözüm açık gitmeyeyim. Bana söz ver. Kendini toparlayacaksın."



  • ""Fakat... Mazur görünüz, ben bu kızı seviyorum, ve hâlâ tarihteki aşkların büyük ölçüsü ve unutulmazlığıyla seviyorum. Siz bunu anlamazsınız."



  • "Peki fakat. Olsun. İnsan meçhulün kahramanıdır. Muhakkak ki kaybeden ben değilim. O aptal, aptal, büyük bir kalb ve ömründe asla bulamayacağı büyük bir aşk sığınağı kaybediyor. Paris'e mi? Fakat ben seni götürecektim, biliyorsun. Sonra çok iyi biliyorsun ki, ben seni tercihlerinde serbest bıraktım. Bana habervermen şartıyle. Bütün projelerini bana bildirmelisin ki rekabeti kabul veya mücadeleyi terkedeyim. Arkamdan bıçaklanmaya gelemem. Yarın sabah telefon. Kararım değişmemiştir. İçimin içi, şuurumun altı filân,sıfır. Ehemmiyeti yok. Yirminci asır bunu mübalâğa ediyor. Gayri şuur ruhun uşak dairesidir. Bodrum katı. Kendi derinliklerine inmesini bilen insan için orada dadisiplin kurmak mümkün. Bu kadar. Fazla düşünemiyorum. Başımın içi uyku dolu.Yatmalıyım. Yattı ve ışığı söndürdü. Zihninden Meral'e ait bütün fikirleri kovmak için, Ziraat Bankasından gelen mektuba verilen cevap hakkında idare meclisinin mütalâası ne olmak lâzım geldiğini düşündü."




"İkincilerimize hâkim olduğumuz nispette insanız" diyecek. Ne kadar çok tekrarlamıştır bunu bana. Ve şöyle bir şeyler de söylemiştir: "Hepimizin ruhumuzda en az bir katil, birkaç hırsız, bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal, ırz düşmanı var. Bunları hapsediyoruz. Yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yıkmaz? Ve şimdi de ilâve edecek: "Niçin ben sana. Meral, sevgilinin içimizdeki hayalininde bir realite olduğunu yazdım? Niçin seni ben hakikatin içinde sever gibi oldum? Onun zaferini bekliyordum. Karşıma senin birincini teslim alan ikincin çıktı. İğrendim ve kaçtım." 
Meral büzüldü. Ne cevap verecek?

"Fakat Samim... Zaman zaman öyle... Sen niçin benim bir ânımı ebedilik boyunca donduruyorsun?" O da soracak bana: "Zaman zaman... Öyleyse niçin bütün insanlar,, mahpus imkânlarını zaman zaman salıvererek, zaman zaman katil, zaman zaman hırsız, zaman zaman dolandırıcı olmuyorlar? Aptallıklarına doymasınlar mı?" Samimle münakaşa edilmez. Onu yalnız ummadığı bir büyüklük ölçüsü şaşırtır. Hakkın var. Ben birincim pahasına da olsa ikincimi öldürmeliyim, değil mi Samim?

— Ben sana böyle bir telkinde bulunamam, Meral. Çünkü artık sen benim için
yoksun. Var olabilmen için, belki tamamiyle ve kendi kendin için de yok olman lâzım. Bunu bilmem.

 — Fakat ben anlıyorum, Samim. Işte yine boğuluyorum şimdi. Bütün ağırlığım yine üstüme çöktü ve beni eziyor, içimde bir hamle doğuyorfakat. Kapıyı açıp çıkamadım, ikincimin hürriyetine kavuşamadım, fakat şimdi şu pencereyi açabilirim, kendimi üçüncü kattan aşağı atıp birincimin hürriyetine kavuşabilirim.

Meral pencereye baktı ve gururuyla bir anda gözleri büyüdü. Nedir hepsi, topu topu? Birkaç adım, bir el hareketi, boşluğa doğru bir fırlayış, yere bir çarpış... Hepsi on beş, yirmi saniye.
Birdenbire vücudu gerildi.

Doğrulup oturdu. Bazan insan yokolduğu zaman mı var olur? Ondan evvel, bir
kâğıdın üstüne iki satır:

"İntihar ediyorum. Kendi kendimden nefretimin sardığı bir dünyada yalnızım." Başka hiç bir şey istemez. Kendi — kendimden — nefretimin — sardığı — bir — dünyada — yalnızım. "Sardığı fena. Kendi kendimden nefretimin çevrelediği. Hayır. "Kendi kendimden nefretimin çevrelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada. Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada.

Evet, galiba daha iyi bu.

Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve
çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım." - Meral



Selametle..

Yalnızız - Pek yakında!


Peyami Safa - Yalnızız - 1971 tarihli ilk baskısının başlangıç sayfası

Uzun bir süredir okumayı planladığım, sonunda Atatürk Kitaplığında 1971 yılında çıkan ilk baskısını bulup okuyabildiğim Peyami Safa 'nın güzide eseri Yalnızız hakkında uzun bir inceleme (inceleme iddialı oldu lan! benimkisi amatör eğlendirir. bi lezzetli çipetpet olmaz. deneme diyelim.) deneme pek yakında hususi mecmua'da !

Şimdilik aynı ismi taşıyan güzide bir İncesaz eseriyle, Dilek Türkan 'ın sesiyle esen kalın. Görüşmek üzere.

Fes



Bir Osmanlı beyfendisinin kadim aksesuarı.

Fes, Aliye-i Osmanlı 'da 2. Mahmut döneminde çıkartılan Kıyafet Nizamnamesi ile uygulanmaya başlandı. Amaç Osmanlı tebaası için bütünleştirici bir unsur oluşturmak ve yenileşme çabalarını desteklemekti.

Fakat ulema "istemezük" dedi. Padişahın adı "gavur padişah" a çıktı.

Zamanla benimsenen bu aksesuar 100 yıl kadar Osmanlı'nın en bilinen simgesi oldu.

Cumhuriyet ile birlikte gelen 1925 'te Şapka Devrimi 'yle yerini Şapka (Serpuş) 'ya bıraktı. Fakat bu da o kadar kolay olmadı. 1828'de Fes'e "istemezük" diyenler bu sefer de fesi bırakmak istemeyip Şapka'ya "istemezük" dedi.

Değişimler zordur. Ama her zaman bir şeyler değişir.



Hayat bayram olacak (KESİN BİLGİ YAYALIM !!)


"Bu kadar tutarsız insan varken nasıl olacak o?" dediğinizi duyar gibiyim. Ama olacak.

Öncelikle herkes kendi tutarsızından kurtularak işe başlayacak. Siz kurtulmasanız bile tutarsızdan gelen bencillik sizi zaten ondan kurtaracak. Bırakın gitsin. Sizin bir şey yaptığınız yok. Onun kendi dengesizliği.

Bundan sonrası çeşitli acılarla, türlü çilelerle insan-ı kamil olma yolu. Nasıl mı?




Öncelikle bu yolda en önemli yardımcınız monttur.  Fakat trençkot, yağmurluk vb. şeyler işe yaramaz. Mont lazım!

1- Yaz günü elinde mont taşı


Monta yazılan şiir opsiyoneldir. Nazım biçimi olarak güzelleme, koçaklama, taşlama ve ağıt kullanılabilir.

2- Montla sıç


3- Bağcılar' a git



Bağcılar'a giderken minibüs kullanılması gereklidir


4- Miyop olduğun halde gözlük kullanma





                              Kısık gözlerle hedefine odaklanmaya çalışan bir miyop (temsili)


- Şu gelen Fevzi mi lan!
- Ha yook değilmiş.

-Gelen otobüs 86 mı 88 mi ??

- Bursa'dan gol haberi mi var? 2-2 mi?

Dostlarım, miyop olduğu halde gözlük kullanmayan insan samimidir. "Azla yetinmesini bilen, nefsini terbiye edendir. O gözlüğe hiçbir zaman alışamayacağını bilir. Ama o olmadan da göremez. bu yüzden evde, derste, veya okulda takar ama sokakta, çetin doğa şartlarında hedefin görüş alanına girmesini beklemekten başka bir şey yapamaz. Kaderine boyun eğer."

5- 500T 'ye bin



Güzergahı uzaydan görülebilen tek yolcu hattı olan 500T toplamda 98 km 'lik bir otobüs hattıdır. Başlangıçta  A noktasından B noktasına ulaşımını sağlamak amacıyla faaliyete geçirilen bu hat zamanla kontrolü kaybederek kendi özerkliğini ilan ederek iç işlerinde bağımsız bir hat haline gelmiştir.

 "Biz insan taşıyoruz" - İETT

 "Bu otobüste insanlar difüzyonla hareket ediyorlar." Kılcan Kuluç

 "Ceketimi asmak için kalktım, yerimi kaptılar." Ersin Özbükey (500T şoförü)


6- İbo dinle, şalgam iç



Sex, Lahmacun & Rock N' Rol...



Şimdilik bu kadar. Bu yolda azimli genç arkadaşlarımıza bir şarkıyla veda ediyorum.


                               

Bu şarkının zamanında, "gomünizm" propagandası yapılıyor diye TRT 'de çalınmayan bir şarkı olduğunu biliyor muydunuz..


Selametle..





"Oldboy çekici" geldi!





Lisanslı olarak Güney Kore 'den ithal edilen bu çekic, Oldboy Min-sik Choi 'in filmde kullandığı çekicin birebir aynısıdır.

Her türlü koridorda minumum 20-25 kişiye karşı etkin bir savunma saldırı gücü sağlar.  Ev ortamında da antrelerde kullanmaya müsaittir.

“En iyi çekic budur. Dünyanın bütün meşhurları bunu kullanıyor. İngiltere kralı, rahmetli başkan Kennedy, Taçsız kral Pele, Beckenbauer, Kaleci Maier, Nadia Comaneci, Birigitte bardot, Fenerbahçeli Cemil... Hepsi şöhretlerini bu çekice borçludurlar.”

Etkin tutuş biçimi ve kararlı bir bünye ile, geri döndürülemeyecek sonuçlar doğurabilir.
Lütfen çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklayınız.








Kredi çekse kefil olacağım adamlar





1- Umut Sarıkaya

Karikatürist. Adeta İçimizden birinin yansıması. Bilen bilir.
Yiğit, mert, dürüst adamdır. Hiç düşünmem kefil olurum.




3- Kim Ki-duk

Koreli yönetmen.  Tarantino gibi sinema okumayıp sinema yapanlardan. Alaylı. 5 bin liralık ihtiyaç kredisine film çeker, ödülleri leblebi gibi toplar şerefsizim.




2- Donnie Darko 'nun tavşanı

Teorik olarak krediye başvurabilmesi mümkün mü bilmiyorum ama bu tavşandan bi yamuk gelmez. Tatlı su tavşanı bu. Hayallerde yaşıyor bazı ibneler 'in tavşan versiyonu.(at Donnie Darko's dreams)




4- Stanislav Petrov

Eski Sovyet subayı. Öz hakiki dünyayı kurtaran adam.  Emrindeki radarların yanlış alarm verdiğine inanarak ABD 'ye yönelik karşı saldırı emri vermiyor ve olası bir nükleer saldırıyı önlüyor. Alarm sona erdiğinde bakıyorlar ki gerçekten de olay makinenin hatası.

Sovyetler yıkıldıktan sonra dünyanın haberdar olduğu bu olayda, Petrov 'un aldığı ödül görevinin değiştirilmesi ve emekiye ayrılmak oluyor.

Eğer bugün radyasyondan koşarak kaçmıyorsak, bu adamın sayesindedir.




5- Remi Gaillard

Dallama olmayan Fransızlar 'dan. Kelebek reyiz 'den sonra sevdiğim ikinci eleman.  Jackass tadında birisi. Kah polise frikiten doksana çakar, kah kelebek kılığına girip ekmeğinin peşinde koşar  ya da radar olup polise ceza yazmaya çalışır. Özünde iyi insandır.


Selametle...



Başarısız bir su böreğinin düşündürdükleri



Başarısız bir su böreği (temsili)


Geçen akşam her zaman ki gibi "dur lan şuna da bakayım" diye diye vakti geçirmiş, sabahlamıştım. Gün ağarırken kahvaltıyla geçiştirilemeyecek bir açlık hissi belirdi. Bunu bastırmak ve huşu içinde uyuyabilmek için  semtin kadim börekçine doğru yola koyuldum.

İçimde açlığın getirdiği büyük bir beklenti ve umut vardı. Aç olan anlar bunu. Empatiyle anlaşılabilecek bir şey değil.

Börekçiye vardığımda her zamanki samimi sıcaklıkta karşılıklı alışverişi gerçekleştirdim.

- "Çatal kaç tane oluyor abi?" sorusuna kendimden emin bir şekilde
- "İki tane yeter kardeşim" dedim Oysa o böreği tek başıma yiyecektim. Tek başına yarım kilo su böreği gömen, tatlı yeyip üzerine turşu suyu içebilen, bir hayvan olduğumu yansıtmak istemedim. Paylaşımcı yanımı yansıtmayı tercih ettim

Yandaki ufak marketten ekmek, az ilerideki gazete bayiinden dergi ve gazete aldım. Köşedeki manava da uğrardım ama ne yazık ki Cihangir 'de yaşamıyordum. Orhan Pamuk 'la ya da herhangi bir ünlüyle karşılaşma ihtimalim yoktu. Evime doğru yola koyuldum.

İşte dostlarım, bir insan daha ne isteyebilir ki. Tolstoy 'un üzerine kitap yazıp irdelediğinin   (İnsan ne ile yaşar?) ben canlı örneğiydim.

Eve geldim ve çok konuşan sabah muhabirlerinin birisinin programını izlemeye başladım. Büyük beklentilerle aldığım su böreğinin tadına baktım ve kadere "nalet" ettim.
Yılların birikimi, emeği, başarısı bu muydu. Ben boşuna mı bunca sene "Oğlum böreği börekçide yiyeceksin. Meşhur Sarıyer Börekçi bile markayı satıyor artık. Sen gel bi sabah. Sana neler yedireceğim" diye sağda solda övmüştüm bu börekçiyi.

Bütün hayallerim yıkıldı. O an kadare "nalet" ettim fakat şimdi böreğe yüklediğim misyonu farkettim. The Life of David Gale filminde şöyle bir cümle geçer :



Fanteziler gerçek dışı olmak zorundadır.

Çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda, artık onu istememeye başlarsınız. İsteğin devam edebilmesi için, objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir.
İstediğiniz o şey değil; onun fantezisidir. İstek, çılgınca fantezileri destekler.

Ben aslında böreğe değil, onun getirdiği hisse aşık olmuştum. Bu tıpkı birisiyle uzun bir süre görüşmeyip, yıllar sonra tekrar karşılaşmak gibiydi. Ona değil onun getirdiği hisse aşık olmuştum.

Börekçiyi değiştirdim. O aynı kaldı.

Keman



Hayatım boyunca (ki çok bir şey yok aslında, gencim lan!) "Kulağıma hoş gelen her türlü müziği dinlerim" diyen kişilerden olmak istedim. Bir kaç kere denedim. Lady Gaga ile Nouvelle Vague 'i, Metal ile Enka'yı,  Hakkı Bulut ile Mozart' ı aynı potada eritmek istedim. Olmadı, olamadı...

Adeta ters mıknatıslanma yaptı. İkisi bir arada olamadı..

Yılların verdiği acıyla doğru yolu enstrümantal müzikte buldum. Genellikle en seçmeleri "baba filmler" diye tabir ettiğimiz filmlerde karşımıza çıkan bu müzik türünde, birinci sırayı alan keman oldu.


Keman üzerine güzellemeler ;

1. Farid Farjad

Keman'a giriş 101 'de bilinmesi farz olan ilk isim. Farjad reyiz aslında bize pek yabancı değil. İranlı bir müzisyen. Hatta ara sıra ülkemizde de konser veriyor. Eşi de piyanisttir. Bu sayede albümleri müthiş bir keman ve piyano ikilisini oluşturuyor.
An Roozha (Şu günler) ismi altında çıkardığı 5 albümü var. Hepsi birbirinden güzel. Kemanın acısını ve (bence) ülkesine duyduğu özlemi (ABD'de yaşamakta) doyasıya hissedebilirsiniz.



2. Yeong-wook jo

Bu isimse pek bilinmez. Ben de bilmiyordum zaten. Fakat Oldboy olarak bildiğimiz, yer yer "hassiktir be rıfat abi" modunda izlediğimiz enfes başyapıtın müziklerinden sorumlu abimiz buymuş.
"Vay arkadaş Japon yapıyor" dediğinizi duyar gibiyim. Fakat maalesef eleman Koreli. Yaptığı müzikler ise adeta bir haymatlos!

Cristobal sokaklarında bir maya kızılderilisine dinletsek kederinden çıkarır bi uzun Maltepe yakar..



3. Akira Yamaoka

İşte Japon olanı bu. Aslen piyanist olmasına rağmen kemanda da enfes bir parçası var.

Romance

A Bittersweet Life isimli Kore yapımı filmle özdeşleşen bu parça, filmin tam bir yansıması. Film de; aslında gereksiz yere uzatılan sadece giriş, son sahne ve Romance ile ayakta duran klişe bir film. Ama iyidir yine de. Siz Kore filmlerini izleyin, dizilerini izlemeyin.


 4. Ulytau

Ulytau (Uludağ), Türk (Kazak) etnik rock grubu. Sadece enstrümental parçalar yapmaktalar.
Hayran olduğum gruplarından biri. Keman, gitar ve dombıra'nın muhteşem uyumu.  Türkiye 'ye festivallere falan geliyorlar ama ne yazık ki ülkemizde pek bilinmiyor.


Birbirinden güzel enstrümental  parçaları olan bu arkadaşların içerisinde biri var ki, beni benden alan!

                                       

Makanova Alua Yerensizovna. Kendisine Feri Cansel 'e benzediği için ben Feri diyorum. Asıl ismi Gülşen. Arkadaşları da  Münevver diyor, yalnız kaldığımız zaman da ben kuzu diyorum. O kadar güzel ki...

Aynı zamanda kendisinde Mozart'ın Rondo Alla Turca'sının  (Türk Marşı) güzel bir yorumu da var.



Sadece bununla yetinmeyin. Ultyau keşfedilmesi gereken bir grup.
Bkz: 


5. Secret Garden

Norveçli grup. Ana haber bültelerinde her ajitasyon dolu haberde dayatılan o masum parça Adaigo 'nun sahipleri. 





6. Shigeru Umebayashi

"Bütün hatıralar gözyaşlarının izleridir"  -  2046

Japon sanatçı. 
2046In the Mood for Love filmlerini film yapan kişi. Wong War Kai 'nin eşşiz bir zekası ve harika bir görüntü yönetmeni var ama o sahneleri asıl tamamlayan ise Şigeru Umebayaşi ! (Türkçe dilbilgine göre böyle yazılması gerektiğini biliyor muydunuz?)

"Kimileri kötü niyetli olmasa da insanların acı çekeceği, yaralanacağı işler yaparlar." diyor Umebayashi.
Asgari dozda alınız. 

                                              1- Shigeru Umebeyashi - Yumeji's theme


2- Shigeru Umebayashi - 2046


3- Shigeru Umebayashi - Polonaise
                                                                                                          






Selametle...