Enemy at the Gates



.... Ne kadar da aptalmışım, Vassili.

İnsan her zaman insandır, modern insan yok.

Herkesin eşit olduğu bir toplum yaratmak için çok çabaladık, komşunu kıskanabileceğin bir şeyin olmadığı bir toplum.

Ancak kıskanılacak bir şey her zaman vardır.

Bir gülüş...
Bir dostluk...

Sahip olmak istediğin ve sana ait olmayan bir şey.

Bu dünyada her zaman zengin ve fakir var olacak.

Yetenek zengini... Yetenek fakiri...
Aşk zengini... Aşk fakiri...


                                                                                                   Enemy at the Gates


The Map of the Sounds of Tokyo





Bana hiç tek çocuk mu olduğunu
ya da erkek veya kız kardeşi olup olmadığını
hatta ailesinin hayatta olup olmadığını...
okulda iyi notlar aldığını...
Savaş ve Barışı'ı okuyup okumadığını.
Tanrıya inanıp inanmadığını...
sokakta yaşlı bir kadın gördüğünde
kendine...
yaşlanınca nasıl görüneceğini sorup sormadığını...
hiç acı çekip çekmediğini.
aşık olup olmadığını

anlatmadı.



Bir süre sonra
ben de sormayı bıraktım.



Kavalalı Mehmet Ali Paşa


Kavalalı Mehmet Ali Paşa. Resmiyle yetinmeyin. Okudukça, araştırdıkça, ilginizi çekecek sizi şaşırtacak, gerçekten ilginç bir karakter. Sevdiğim tarih figürlerinden birisi.

Aslında zamanında Osmanlı'yı da şaşırtmıştı.

Neredeyse sıfırdan yükselip en tepeye çıkmış olan Kavalalı önce komutanlığa daha sonra valiliğe kadar yükseldi. Mısırda birçok ıslahat gerçekleştirdi. Görünüşte imparatorluğun sıradan bir valisiydi. Gerçekte ise bu hiç öyle olmadı.

2.Mahmut, Mora'daki isyanı bastırmak için Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Karşılığında ise Mora ve Girit valilikleri sözünü verdi. İsyan oğlu tarafından bastırıldıktan sonra Mora'nın Yunanistan'a verilmesi kendisine ise Suriye ve Girit'in verilmesine öfkelenen Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyan etti ve orduları Kütahya'ya kadar ilerledi. (Kütahya - İstanbul arası 353 km bu arada) 

Bu durum karşısında çıkarları zedelenen büyük abiler Rusya ve İngiltere'nin araya girmesiyle taraflar arasında iş daha fazla büyümeden Kütahya anlaşması imzalandı. Ancak Osmanlı tekrar kaybeden oldu. Başta söz verdiği valiliklerin yanı sıra Cidde ve Adana valiliğini de vermek zorunda kaldı. 

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı yıllar sonra okuduğum bir kitapta tekrar gördüm. 
Matematikten tekrar nefret ettim.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya tekrar hayret ettim.


  
"Dinle beni, dedi. Hani şu bizim evde torunuyuz diye övündüğümüz Kavalalı Mehmet Ali Paşa yok mu? Mısır'ı bir yandan soyup soğana çevirmiş ama, oraya medeniyette sokmuştur. Kusurları kadar meziyetleri de saymakla tükenmez. Harikulade bir adam olduğunda kimsenin şüphesi yoktur.
İşte bu harikulade adam 45 yaşından sonra yazı yazmayı öğrenmiştir. 45 yaşından sonra! Hiç hesap tahsil etmediği halde pek güzel hesap yaparmış. Anladın mı? Sen ister bu adamın torunu ol, ister olma, bilesin ki, adam olmak için de, büyük adam olmak için de matematik imtihanına girmek şart değildir!"
                                                                                                  Peyami Safa - Yalnızız 





Hatıralar, Tanıklıklar, Yaşanmışlıklar



Hatıralar

Unutmak istemedikleriniz.

"ne öğrendik bu aşktan: insan bir gün herkesi unutabilir.
hangi gün? yakın zamanda mı, uzaklarda bir gün mü? zamanla unutulur mu bir şeyler? sahi unutmak diye bir şey var mı? hafızandan görünüşünü, sesini; kalbinden hissettirdiklerini silip atabilir misin? unutmaya çalıştıkça hatırlamaz mısın? 
en önemlisi; unutmak ister misin?"
emrah serbes

                             


Tanıklıklar

Birinci tekil şahısların, üçüncü tekil şahıs olarak gördükleri.


....cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz...
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
                                                ben vursam kendimi vuracaktım

atilla ilhan


Yaşanmışlıklar

Arkada kalanlar.

sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu
....
...önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o Boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın
          bülent ecevit

Before Sunset: Çorum



                 O gün yine oldukça sıradan bir gündü. Uyandım ve pencereden dışarı baktım. Sıradanlıkla karşılaştık. Hani yolda yürürken karşıdan sevmediğiniz biri gelir de selam vermemek için görmememiş gibi yaparsanız ya, işte o an bunu yapmak mümkün değildi. Önce sıradanlıkla göz göze geldik. 1-2 saniyelik karşılıklı bakışmadan sonra ilk önce o   "-Vay kardeşim nasılsın" dedi. Ağzımda lafları yuvalayarak "-İyidir iyi" dedim ve uzaklaşmaya çalıştım. Ama sıradanlık ısrarcıydı. Sıradanlık baskındı. Sıradanlık her yerdeydi. Daha fazla direnemedim ve kısa bir sohbetten sonra perdeyi kapattım.

Ama artık çok geçti. Sıradanlık iliklerime kadar işlemişti. O gün oldukçta sıkıcı geçti. Dışarı çıktım, bir şeyler atıştırdım. Biraz kitap okudum biraz da insanları seyrettim. Her şey o kadar monotondu ki.

Akşama doğru sıkıntı iyice beni ele geçirmişti. Bir şeyler yapmalıydım. Bir şeyler.. Odamda adeta yaratma sürecindeki bir sanatçı, kulağınını kesmeye karar vermiş bir van Gogh, Fenerbahçeli Cemil, Taçsız kral Pele gibi dolaşırken ayakkabı kutusundaki leblebi gözüme çarptı. Ve bir an bir aydınlanma yaşadım.

Neden Çorum'a gitmiyordum?..



Dehşet içerisinde evden çıktım ve adeta TOMA'dan kaçar gibi koşmaya başladım. Sanki arkamda masa 34'ü süresiz açtırmışcasına davranan, elindeki silahla plastik mermiyi sıka sıka gelen bir polis vardı ve beni kovalıyordu. Kısa bir süre sonra evimin yakındaki otobüs acentasına vardım ve Çorum dedim. Biletmi aldıktan sonra içimdeki heyecanı biraz olsun bastırabilmiştim. 

 Belki de beni çeken yoldu. Bilirsiniz dostlarım, hayat yolda olmaktır. Yersizlik ve yurtsuzluktur. Hiçbir yer ait olmamak sadece aramaktır. Yol 'a karşı olan bu sevgimi ve mutluluğumu arkadaşlarımla da paylaştım.



Sabaha doğru gözümü bir açtım karlı dağlar geçiyor. Bolu'dayız herhalde diye düşündüm. Daha sonra bir daha açtım başımda bir çocuk "-Kalk ağbi Kars'a geldik" diyor. "-Ne Kars'ı lan, nasıl bir kumpasa getirdiniz beni" dedim. "-Pardon ağbi dalmışım filme. Çorum'a geldik" dedi. "-Masumiyet'i de izle o da güzel filmdir" dedim ve otobüsten indim. Beni karşılayan sıcak samimi bir otogar ve etraftaki kendine özgü mimarisiyle kendisine hayran bırakan evler oldu. Aslında olmadı. Olmasını ben de isterdim. Olabilirdi. Ama olmadı. 

Standart bir anadolu otogarında yavaş adımlarla yürürken, nereye gitmem gerektiğini düşünüyordum. Neyse ki kafam rahattı. Sabahın erken saatleriydi ve her otogarda bulunan ve size adeta yapışan çığırtkanlar etrafta yoktu. Tam o sırada birisinin bana "-Alaca mı yiğidim" diye seslendiğini duydum. Adımlarımı sıklaştırdım, ve hızlı hızlı yürümeye başladım. Zaten otogardan çıkmıştım bile.

Şehri dolaşmak için fazla zamanım yoktu. O yüzden çabuk olmalıydım. Yoldan geçenlere şehir merkezine nasıl inebileceğimi sordum. Otobüsü tarif ettiler. Tam o sırada Çorum Müzesi 'yle karşılaştım. Zaten kendisi de gayet "Ben buradayım" diyordu. Etrafta bir adet gökdelen tarzı otel, bazı devlet kurumları ve okul varken en samimi olanı müzeydi. Zamanımı müzede geçirmeye karar verdim.


Müze kapısından içeri atar atmaz sanki farklı bir evrene geçiyorsunuz. Sanki az önce yanınızdan takım eşofman ve kendine öz şivesiyle hızlıca geçen gençler.. Etraftaki gereksiz derecede abartı siyasi pankartlar.. Sanki hiç olmamışlar gibi.

Müze binası adına yakışır bir tarihe sahip. İlk olarak 1914 yılında hastane olarak yapılmış. Zaman içerisinde okul olarak kullanılan bina 1988 yılında yanmış ve 1989 da başlayan onarım çalışmaları sonucunda 2003 yılında ziyarete açılmış. 

Tarihin ilk yazılı anlaşmasının yapıldığı yer olan bu topraklar bir çok farklı medeniyete de ev sahipliği yapmış. Müzede Boğazköy - Hattuşa,  Alacahöyük,gibi kazı alanlarında ortaya çıkarılan eserlerle birlikte Roma, Bizans ve Helenistik döneme ait eserler yer alıyor. 


Kapıdan girince sizi ilk karşılayan sağ tarafta kalan hatıra ve hediyelik  eşyalar satan dükkan oluyor. Ve devam ettiğinizde gördüğünüz gibi müzenin geniş avlusu. Bu avlunun solunda ve sağında sergilenen eserler var. Sol tarafta kitabeler ve mezar taşları sağda ise erzak saklamak için kullanılmış olan büyük küpler sergilenmekte. 


Aslında avluda ve müzede bulunan eserlerin çoğunlu Hitit ve Roma dönemine ait eserler. 

Müzeye giriş ücreti 5 lira. Aynı zamanda Müze Kart ' da geçerli. Benimkinin süresi bittiği için kullanamadım. İçerisi gayet modern ve işlevsel bir şekilde tasarlanmış. Danışma alanından bileti aldıktan sonra müzeyi gezmeye başlayabilirsiniz. Sergilenen eserlerin bulunduğu yer 4 katlı. Aska kat şeklinde planlanmış ve ortada bulunan eserlerin etrafında dönüp bitirdikten sonra yeni bir merdiven sizi karşılıyor.

İçerisi loş ve akıllıca yerleştirilmiş fotoseller sayesinde gezmek keyifli. Siz bir cama yaklaşır yaklaşmaz içerisinin ışığı yanıyor ve tabeladaki ayrıntıları okuyup eserleri inceleyebiliyorsunuz. 

Ben içeriyi gezerken benimle beraber 2 kişi daha vardı. Pek kalabalık değildi. Müze personeli ilgili. Ben bilet alırken bir grup ziyaretçiye Boğazköy 'e nasıl ulaşabilecekleri hakkında bilgi veriyorlardı. Ziyaretiniz boyunca size güvenlik görevlileri de eşlik ediyor.Onlar da işleyişe hakim.

Eserlerin hepsi gerçekten çok değerli. Onların başka yerlere götürülmeyip burada sergilenmesine biraz şaşırdım. Zira daha önce Çorum 'da bulunan eserler Ankara 'ya sergilenmek için gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. 

Beni etkileyen diğer bir nokta da Eski çağ dersinde gördüğüm çoğu isimle karşılaşmak oldu. Tanıdık bir simayı görmüş gibi oldum.






Fibula yani Çengelli iğne. Bugün sıklıkla kullandığımız bu basit aletin bu kadar eski bir geçmişi olduğunu öğrenmek ve ilk örnekleriyle yüz yüze gelmek etkileyici. Binlerce yıl önce birilerinin bunu icat etmesi... Zamanla çevre bölgelere yayılması...  Basit bir çengelli iğnenin hiç bu kadar köklü olabileceğini düşünmemiştim.



Sikkeler sahte olabilir. Zaten girişte verdiğim yüzlüğe de sahte mi değil mi diye bakmadılar.


Roma dönemi güneş saati.



İlk fotoğrafta en önde bulunan küçük şişeler Gözyaşı şişesiymiş. Ölenin arkasından ne kadar üzüldüğünü belirtmek için kullanılırmış ve ölüyle birlikte gömülürmüş. Hem ölüyle birlikte komple eşini, atını, hizmetçilerini, eşyalarını gömmekten daha mantıklı aslında. Hüzünse hüzün, yassa yas.. 
Ben de çıkışta sohbet ettiğim hediyelik eşya dükkanına bakan hanımefendiden öğrendim. Söylediğine göre takılar ve kolyelerle beraber en çok dikkat çeken eserlerdenmiş. Demek ki kadınlar binlerce yıldır aynı...
.


En üstteki bulunan kancalı heykel terazi ağırlığı. En dikkatimi çeken eserlerden biriydi. Gelişigüzel bir taşı da ağırlık olarak kullanabilirlerdi. 

Müzeden çıktıktan sonra sol tarafta müzeye bağlı bir bölüm daha var. Etnografya müzesi diye geçiyor. Yöresel anlar canlandırılmış. Bir demirci dükkanını, eski bir kahvehaneyi, veya Osmanlı dönemine ait eserleri görmek mümkün. ( Asker zırhı, tüfekler, işlemeli kaseler vb )

Müzeden çıkarken ilk girişte bulunan hediyelik eşya dükkanına da uğradım. Müzedeki eserlerin ilgi çekiciliği kadar bu dükkandaki eserlerin fiyatları da ilgi çekiciydi. (Pahalıydı kısaca) Dükkanda dikkatimi çeken bir nokta müzenin ve bölgenin tarihi anlatan rehber kitapların Türkçe, İngilizce ve Japonca olmasıydı. Türkçe ve İngilizce normal fakat Japonca şaşırtıcıydı. - Dünyanın bir ucu lan. Ben bile dedemin hastalığı dolayısıyla aniden gelmiş bulundum. Girizgahta olduğu gibi kafama esti de gelmedim yani. Rastgele gidecek olsam Bilecik 'e giderdim. Yozgat da olabilir. İyiymiş ama. kendisi - 

Dükkana bakan hanımefendiye "-Çok Japon turist geliyor mu?" diye sordum. En çok onların geldiğini söyledi ve müze ziyaretçilerinin hepsinin dışarıdan geldiğini yerli ziyaretçinin neredeyse sıfır olduğunu söyledi. Tarih konulu kısa bir sohbetten sonra müzeden çıktım. Zaten saatte baya geçmişti. Hastane ziyareti, müze ziyareti derken Çorum'da 5 saat bulunduktan sonra  aynı gün, gün batmadan 15:00 arabasıyla İstanbul 'a geri döndüm.



Before Sunset...
The Çorum..







2046
















2046 aslında görmekle alakalı bir film, filmi izleyen herkesin hayatından bir “dönem” sunuyor ve bunu görebilmek filmi anlamamazı sağlıyor. filme sadece bakmak yetmiyor yani, bazı şeyleri görmekte gerek. eğer doğru şekilde bakarsanız, bu filmde kendinizi görebilirsiniz. kar wai wong’u tanımayan birisine göre her ne kadar film biraz ağır ilerlese de, kar wai wong’un diğer filmlerini bilenler için yeni bir görsel ve müzikal şölen.

filmden kısaca bahsetmek gerekirse, ki yüzelsel bir şekilde; bu görsel şölende yazar 2046 adlı bir hikaye yazmaktadır. 2046 geçmişin tekrar yaşandığı bir gelecektir. 2046’da zamana dair bir kavram yoktur. zaten filmin başında da dediği gibi kaybolan anıların tekrar yaşandığı bir yerdir. buraya zaman zaman bir tren kalkar. 2046'nın var olup olmadığını bilen de yoktur, çünkü oraya giden hiç kimse geri dönmek istememiştir. bir kişi hariç, o da filmin içinde..

müzikleri ve görsel şölen tadında ilerleyen sahneleri ile 2046 keyif verici bir atmosfer yaratsa dahi filmin içine girmek biraz zor. hikaye kendini net bir şekilde sunmuyor bizlere. filmin bir konuyu anlatmak gibi bir çabası da yok aslında, ya da bir durumu, ya da bir olayı.. filmde herkesin anlayabileceği ortak bir düşünce de yok zaten, herkes başka bir şey düşünebilir, o yapıda bir film.

özellikle yazarın anlatıcı olması ise çok hoş ve gerçekten çekici bir durum. hikayeye sürekli yeni karakterler ekleniyor, sadece iki kişinin hayat hikayesini seyredebileceğiniz bir film değil, hayatının bir çok döneminde, bir çok kişi ile karşılaşan kahramanımız zamanlama olayını tutturamıyor. yani aslında bizim hayatlarımızı yansıtıyor. bazen sorgulatıyor. hatıralarımızla ne kadar mutlu olabileceğimizi.. ya da onları arkamızda bırakıp, yaşadığımız anın güzelliklerine kendimizi bırakmayı. kaybedilen duyguların arayışları, geçmiş özlemler ve pişmanlıklar.. hepsi 2046 da mevcut.

ve tabii ki filmin müzikleri.. aslında hepimizin kulağına tanıdık gelen müzikler bunlar. film boyunca devam eden keman ağırlıklı melodiler, klasik müziğin muhteşem notaları. filmin üzerinde inanlmaz bir etkisi var müziklerin. bu görsel şöleni muhteşem yapan şey ve sadelikten kurtaran kısmı da müzikleri. kanımca en az “fa yeung nin wa” kadar başarılı.

                    https://eksisozluk.com/entry/28358048






aşk bir zamanlama meselesidir. doğru insanla çok erken ya da çok geç karşılaşmak fayda etmez. onunla başka yer ve zamanda karşılaşmış olsam hikayem daha farklı bitebilirdi.