Lisanslı olarak Güney Kore 'den ithal edilen bu çekic, Oldboy Min-sik Choi 'in filmde kullandığı çekicin birebir aynısıdır.
Her türlü koridorda minumum 20-25 kişiye karşı etkin bir savunma saldırı gücü sağlar. Ev ortamında da antrelerde kullanmaya müsaittir.
“En iyi çekic budur. Dünyanın bütün meşhurları bunu kullanıyor. İngiltere kralı, rahmetli başkan Kennedy, Taçsız kral Pele, Beckenbauer, Kaleci Maier, Nadia Comaneci, Birigitte bardot, Fenerbahçeli Cemil... Hepsi şöhretlerini bu çekice borçludurlar.”
Etkin tutuş biçimi ve kararlı bir bünye ile, geri döndürülemeyecek sonuçlar doğurabilir.
Lütfen çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklayınız.
Karikatürist. Adeta İçimizden birinin yansıması. Bilen bilir.
Yiğit, mert, dürüst adamdır. Hiç düşünmem kefil olurum.
3- Kim Ki-duk
Koreli yönetmen. Tarantino gibi sinema okumayıp sinema yapanlardan. Alaylı. 5 bin liralık ihtiyaç kredisine film çeker, ödülleri leblebi gibi toplar şerefsizim.
2- Donnie Darko 'nun tavşanı
Teorik olarak krediye başvurabilmesi mümkün mü bilmiyorum ama bu tavşandan bi yamuk gelmez. Tatlı su tavşanı bu. Hayallerde yaşıyor bazı ibneler 'in tavşan versiyonu.(at Donnie Darko's dreams)
4- Stanislav Petrov
Eski Sovyet subayı. Öz hakiki dünyayı kurtaran adam. Emrindeki radarların yanlış alarm verdiğine inanarak ABD 'ye yönelik karşı saldırı emri vermiyor ve olası bir nükleer saldırıyı önlüyor. Alarm sona erdiğinde bakıyorlar ki gerçekten de olay makinenin hatası.
Sovyetler yıkıldıktan sonra dünyanın haberdar olduğu bu olayda, Petrov 'un aldığı ödül görevinin değiştirilmesi ve emekiye ayrılmak oluyor.
Eğer bugün radyasyondan koşarak kaçmıyorsak, bu adamın sayesindedir.
Geçen akşam her zaman ki gibi "dur lan şuna da bakayım" diye diye vakti geçirmiş, sabahlamıştım. Gün ağarırken kahvaltıyla geçiştirilemeyecek bir açlık hissi belirdi. Bunu bastırmak ve huşu içinde uyuyabilmek için semtin kadim börekçine doğru yola koyuldum.
İçimde açlığın getirdiği büyük bir beklenti ve umut vardı. Aç olan anlar bunu. Empatiyle anlaşılabilecek bir şey değil.
Börekçiye vardığımda her zamanki samimi sıcaklıkta karşılıklı alışverişi gerçekleştirdim.
- "Çatal kaç tane oluyor abi?" sorusuna kendimden emin bir şekilde
- "İki tane yeter kardeşim" dedim Oysa o böreği tek başıma yiyecektim. Tek başına yarım kilo su böreği gömen, tatlı yeyip üzerine turşu suyu içebilen, bir hayvan olduğumu yansıtmak istemedim. Paylaşımcı yanımı yansıtmayı tercih ettim
Yandaki ufak marketten ekmek, az ilerideki gazete bayiinden dergi ve gazete aldım. Köşedeki manava da uğrardım ama ne yazık ki Cihangir 'de yaşamıyordum. Orhan Pamuk 'la ya da herhangi bir ünlüyle karşılaşma ihtimalim yoktu. Evime doğru yola koyuldum.
İşte dostlarım, bir insan daha ne isteyebilir ki. Tolstoy 'un üzerine kitap yazıp irdelediğinin (İnsan ne ile yaşar?) ben canlı örneğiydim.
Eve geldim ve çok konuşan sabah muhabirlerinin birisinin programını izlemeye başladım. Büyük beklentilerle aldığım su böreğinin tadına baktım ve kadere "nalet" ettim.
Yılların birikimi, emeği, başarısı bu muydu. Ben boşuna mı bunca sene "Oğlum böreği börekçide yiyeceksin. Meşhur Sarıyer Börekçi bile markayı satıyor artık. Sen gel bi sabah. Sana neler yedireceğim" diye sağda solda övmüştüm bu börekçiyi.
Bütün hayallerim yıkıldı. O an kadare "nalet" ettim fakat şimdi böreğe yüklediğim misyonu farkettim. The Life of David Gale filminde şöyle bir cümle geçer :
Fanteziler gerçek dışı olmak zorundadır.
Çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda, artık onu istememeye başlarsınız. İsteğin devam edebilmesi için, objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir.
İstediğiniz o şey değil; onun fantezisidir. İstek, çılgınca fantezileri destekler.
Ben aslında böreğe değil, onun getirdiği hisse aşık olmuştum. Bu tıpkı birisiyle uzun bir süre görüşmeyip, yıllar sonra tekrar karşılaşmak gibiydi. Ona değil onun getirdiği hisse aşık olmuştum.
Hayatım boyunca (ki çok bir şey yok aslında, gencim lan!) "Kulağıma hoş gelen her türlü müziği dinlerim" diyen kişilerden olmak istedim. Bir kaç kere denedim. Lady Gaga ile Nouvelle Vague 'i, Metal ile Enka'yı, Hakkı Bulut ile Mozart' ı aynı potada eritmek istedim. Olmadı, olamadı...
Adeta ters mıknatıslanma yaptı. İkisi bir arada olamadı..
Yılların verdiği acıyla doğru yolu enstrümantal müzikte buldum. Genellikle en seçmeleri "baba filmler" diye tabir ettiğimiz filmlerde karşımıza çıkan bu müzik türünde, birinci sırayı alan keman oldu.
Keman üzerine güzellemeler ;
1. Farid Farjad
Keman'a giriş 101 'de bilinmesi farz olan ilk isim. Farjad reyiz aslında bize pek yabancı değil. İranlı bir müzisyen. Hatta ara sıra ülkemizde de konser veriyor. Eşi de piyanisttir. Bu sayede albümleri müthiş bir keman ve piyano ikilisini oluşturuyor. An Roozha (Şu günler) ismi altında çıkardığı 5 albümü var. Hepsi birbirinden güzel. Kemanın acısını ve (bence) ülkesine duyduğu özlemi (ABD'de yaşamakta) doyasıya hissedebilirsiniz.
2. Yeong-wook jo
Bu isimse pek bilinmez. Ben de bilmiyordum zaten. Fakat Oldboy olarak bildiğimiz, yer yer "hassiktir be rıfat abi" modunda izlediğimiz enfes başyapıtın müziklerinden sorumlu abimiz buymuş.
"Vay arkadaş Japon yapıyor" dediğinizi duyar gibiyim. Fakat maalesef eleman Koreli. Yaptığı müzikler ise adeta bir haymatlos!
Cristobal sokaklarında bir maya kızılderilisine dinletsek kederinden çıkarır bi uzun Maltepe yakar..
3. Akira Yamaoka
İşte Japon olanı bu. Aslen piyanist olmasına rağmen kemanda da enfes bir parçası var.
Romance
A Bittersweet Life isimli Kore yapımı filmle özdeşleşen bu parça, filmin tam bir yansıması. Film de; aslında gereksiz yere uzatılan sadece giriş, son sahne ve Romance ile ayakta duran klişe bir film. Ama iyidir yine de. Siz Kore filmlerini izleyin, dizilerini izlemeyin.
4. Ulytau
Ulytau (Uludağ), Türk (Kazak) etnik rock grubu. Sadece enstrümental parçalar yapmaktalar.
Hayran olduğum gruplarından biri. Keman, gitar ve dombıra'nın muhteşem uyumu. Türkiye 'ye festivallere falan geliyorlar ama ne yazık ki ülkemizde pek bilinmiyor.
Birbirinden güzel enstrümental parçaları olan bu arkadaşların içerisinde biri var ki, beni benden alan!
Makanova Alua Yerensizovna. Kendisine Feri Cansel 'e benzediği için ben Feri diyorum. Asıl ismi Gülşen. Arkadaşları da Münevver diyor, yalnız kaldığımız zaman da ben kuzu diyorum. O kadar güzel ki...
Aynı zamanda kendisinde Mozart'ın Rondo Alla Turca'sının (Türk Marşı) güzel bir yorumu da var.
Sadece bununla yetinmeyin. Ultyau keşfedilmesi gereken bir grup.
Bkz:
5. Secret Garden
Norveçli grup. Ana haber bültelerinde her ajitasyon dolu haberde dayatılan o masum parça Adaigo 'nun sahipleri.
6. Shigeru Umebayashi
"Bütün hatıralar gözyaşlarının izleridir" - 2046
Japon sanatçı.
2046, In the Mood for Love filmlerini film yapan kişi. Wong War Kai 'nin eşşiz bir zekası ve harika bir görüntü yönetmeni var ama o sahneleri asıl tamamlayan ise Şigeru Umebayaşi ! (Türkçe dilbilgine göre böyle yazılması gerektiğini biliyor muydunuz?)
"Kimileri kötü niyetli olmasa da insanların acı çekeceği, yaralanacağı işler yaparlar." diyor Umebayashi.